4 Ocak 2008 Cuma

İklimler

Konu

İnsanlar basit nedenlerle mutlu, daha da basit nedenlerle mutsuz olacak şekilde yaratılmıştır. Aynen basit bir nedenle doğmaları ve daha da basit bir nedenle ölmeleri gibi... Akademisyen olan İsa ve dizi setlerinde sanat yönetmeni olarak çalışan Bahar, ruhlarının sürekli değişen iklimlerinde artık kendilerine ait olmayan bir mutluluğun peşinde sürüklenen iki yalnız ruhtur. Geçmişte yaşadıkları bir olay nedeniyle birbirlerine güvenleri ve saygıları kalmamıştır. Tatile çıktıkları bir yaz, İsa aniden Bahar'dan ayrılmak istediğini söyler. Ancak sahip olduğu bir şeyin artık elinde olmaması İsa'nın egosuna iyi gelmez ve Bahar'ın peşinden Ağrı'ya gider.

Oyuncular:Nuri Bilge Ceylan (İsa) , Ebru Ceylan (Bahar) , Nazan Kesal (Serap) , Mehmet Eryılmaz (Mehmet) , Arif Aşçı (Arif) , Can Özbatur (Güven)
Süre: 101Dak.
Yıl: Türkiye 2006
Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan
Vizyon : 20 Ekim 2006
Seneryo : Nuri Bilge Ceylan
Görüntü Y. : Gökhan Tiryaki

İlk Aşk

Konu

Arifoğlu ailesinde üç kuşak boyunca yaşanan aşkların bütün aileyi paramparça edişini anlatan bu film, gerçek aşkların ve hayat mücadelelerinin filmi. Şirin bir Ege kasabasında yaşanan aşkların öyküsü, seyirciyi uzun zamandır beklediği duygusal ve mizah dolu bir yolculuğa çıkaracak. Denize kıyısı olan bir Ege kasabasında 1990'ların başı... Kasabanın ileri gelenlerinden Arifoğulları ailesi eski ihtişamlı günlerinden çok uzaktadır. Tarlaların çoğu satılmış, çürümek üzere olan zeytinyağı fabrikasından başka bir şey kalmamıştır. Ailenin reisi Arif Arifoğlu(Erol Günaydın) 85 yaşına gelmiş, elini yıllar önce işten güçten çekmiş, aksi bir ihtiyardır. Oğlu Azmi'nin (Tarık Papuççuoğlu) tek derdi, eski karısı Nevin'in (Vahide Gördüm) gönlünü tekrar kazanmaktır. Oğulları Kemal (Halit Ergenç) ise kısa yoldan para kazanma hayalleri kurmaktadır. Kemal, karısı (Dolunay Soysert) ve metresi (Şenay Gürler) arasında gelgitler yaşamaktadır. Arifoğulları ailesinin en küçüğü Arif Ege (Raffaele Çedolini) ise çocukluktan ergenliğe geçiş sürecinde ilk aşk sancıları çekmektedir. Büyük dede Arif Arifoğlu'nun ölümü yıllardır saklanan sırların ortaya çıkmasına yol açar. Ailenin ortanca oğlu Asaf (Çetin Tekindor) 40 yıl önce Kore Savaşı'na gitmiştir. Savaşta esir düşüp bir daha izi bulunamayan Asaf, kasabadaki herkes tarafından ölü kabul edilmiştir. Ailenin büyük oğlu Azmi kardeşinin nişanlısı Nevin'e büyük bir aşk beslemektedir. Kardeşinin ölümünü fırsat bilen Azmi, amacına ulaşmış ve Nevin'le evlenmiştir. Ancak, iki yıl süren esirlik günlerinin ardından Asaf yazdığı mektupla kurtarıldığını, kasabaya döneceğini abisine anlatır fakat aldığı cevapla yıkılır. "Tüm kasaba onu ölü bilmektedir. Abisi sevdiği kızla evlenmiş; üstelik bir çocukları olmuştur." Asaf bu haberden sonra kasabaya dönemez. İçinde büyük bir hayal kırıklığı ve kafasında taşıdığı sorularla yıllarca açık denizlerde kaptanlık yapar. Ta ki babasının ölüm haberi kendisine ulaşana kadar. Asaf'ın dönüşüyle Azmi-Asaf- Nevin arasında büyük bir hesaplaşma yaşanacaktır. Diğer yandan küçüklüğünden beri kendisine bir kahraman olarak anlatılan büyük amcanın dönüşü Arif Ege'yi çok mutlu edecek; Arif Ege ve Asaf arasında çok sıcak bir bağ oluşacaktır.

Yönetmen: Nihat Durak
Oyuncular: Çetin Tekindor, Tarık Pabuççuoğlu ,Vahide Gördüm, Halit Ergenç Senaryo: Ada Senaryo Grubu Görüntü
Yönetmeni: Selahattin Sancaklı
Müzik: Fahir Atakoğlu
Tür: Drama - Komedi
Süre: 90 Dk.
Yapım: 2006 - Türkiye
Dağıtımcı: Medyavizyon

Takva

konu

Kendi halinde mütevazi biri olan Muharrem, dini inanaçları çok kuvvetli bir insandır. Gece gündüz ibadet ederek nefsi arzulardan uzak, manevi bir yaşam sürmektedir. Bu özellikleri çevresinde güvenilir bir insan olarak tanınmasına neden olmuştur. Bu durum varlıklı bir tarikat şeyhinin dikkatini çeker. Sayısız mülkünün kiralarını toplamak üzere Muharrem'i yanına alır. Birdenbire bambaşka bir dünyanın içine giren Muharrem için sahip olduğu değerler yavaş yavaş sarsılmaya başlar. Bir yandan modern dünyaya ayak uydurmaya çalışırken bir yandanda bu çarkın dişlileri arasında ezilmeye başlamıştır.


Yönetmen:Özer Kızıltan
Senaryo:Önder Çakar
Oyuncular

Erkan Can

Meray Ülgen

Güven Kıraç

Erman Saban

Salaettin Bilal

Filmin Türü:Drama
Orijinal Adı:Takva
Yapımcı Firma:Yeni Sinemacılar-Corazon International

Kader

konu
Bekir Uğura aşıktır.Uğur Zagoru sevmektedir,Zagor ise suç işlemeyi....Zagor hapisten çıkar.Boğucu bir yaz gecesi aksilikler birbirini takip edince mahallede cinayet işlenir. Aynı gece Uğur da kaybolur.
Bu cinayet, o güne kadar genç ve zengin Cevatın koruması altında yaşayan Uğurun genç ve güzel annesi, felçli babası ve küçük erkek kardeşi için zor ve karanlık günlerin habercisi olsa da, Uğura delicesine aşık olan Bekirin kurtuluş umudu olur.Ailesinin bulduğu bir kızla evlenip,yeni bir yaşama başlar.
Ama aylar sonra, Zagorun İzmirde iki polisi öldürüp yakalanması ve Uğurun İstanbula dönmesiyle yeni bir umut belirince, bu acımasız aşkın peşinde yıllar yılı sürecek amansız bir takip başlar. Bekir, taşra pavyonlarında, üçüncü sınıf otel odalarında, esrar alemlerinde Uğurun izini sürer.
Vurulur geri dönmez.Kovulur gitmez.Aşağılanır,gururu kırılır aldırmaz.Uğur şehir şehir,hapishane hapishane Zagorun ardından sürüklenmekte,Bekir de sadık, inatçı bir köpek gibi Uğurun peşinde gitmektedir.
Bir çift göz, edalı bir yüz uğruna herşey tükenip yok olurken, aşk avuçlara basılan sigaraların ateşiyle, acı ile, yoksukluk, gözyaşları ve kötülük ile büyür.Yuvalar yıkılır,çocuklar öksüz kalır ama masumiyet hiç yitirilmez.

Yapım yılı: 2006
Süre: 103 dk.
Türü: Dram
Yönetmen: Zeki Demirkubuz
Senarist: Zeki Demirkubuz

Oyuncular

Ufuk Bayraktar

Vildan Atasever

Engin Akyürek

Müge Ulusoy

Ozan Bilen,

Settar Tanrıöğen

Erkan Can

Mustafa Uzunyılmaz

Güzin Alkan-Hikmet

Demir-Gönül Çalgan

Ülke: Türkiye, Yunanistan

Dondurmam Gaymak

endisi de Muğlalı olan Yüksel Aksu’nun yazıp yönettiği ve başrolünde Turan Özdemir’in kamera karşısına geçtiği “Dondurmam Gaymak”, tüm Muğla halkını bir araya getirmiş. Muğla ve civar bölgelerden filmde rol almak üzere yapılan 2000’e yakın başvuru sonucunda oyuncular seçilmiş. Seçilen oyuncularla haftalarca sinema oyunculuğu, tekniği ve estetiği üzerine çalışmalar yapılmış. Oyun atölyesi şeklinde yapılan bu çalışmaların yönetimini Memet Ali Alabora yapmış. Sonuçta yaşlısı genci, kadını çocuğuyla Muğla halkı, başrolünden karakter oyuncusuna, figüranına kadar filmde başarılı bir performans sergilemiş.Yönetmen Yüksel Aksu’nun filmle ilgili sözleri şöyle: “Dondurmam Gaymak, küreselleşen dünya ekonomisi karşısında çaresizce çırpınan küçük esnafın, bir dondurmacı özelinde traji-komik hikayesini anlatan bir film. Filmde, tragedya, komedya ve destanların beşiği olarak bilinen Ege Bölgesi’nde saklı kalmış oyunculuk geleneğinin perdeye aktarılması hedeflendi. Bazı sahnelerde Diyonisos’un üzüm toplayan satirlerini, Minos’un dövüşen boğalarını, anfitiyatroda Tragoslar’ın seslerini hissettirmeye çalıştık. Filmi yerel halkı oynatarak çekmek istediğimiz için yapımcılar tarafından reddedildik. Yapımcılar genel olarak filmin önemli rollerini profesyonel oyunculara oynatıp halkı da figürasyon olarak kullanmamızı önerdiler. Oysa ki biz, İtalyan yeni gerçekçilerinin yaptıkları gibi sıradan insanların oynadığı bir film yaparak, hem naif oyunculuk estetiğini yakalamak, hem de yerel şive ve gestusların tadını ortaya çıkarmak, sahici, saf bir film yapmak istiyorduk.Yaşadığımız çağ, bir ‘uzman cahiller’ ordusu yaratmıştır. Herkes sadece uzmanlığını yapmaktadır. Sanat ve sanatçılık da yaşam ve toplumsallıktan yalıtılarak bir uzmanlık alanına hapsedilmiştir. Oysa ki her insan oyun oynayabilmeli, müzik yapabilmeli, tarımla uğraşabilmeli, arabasını tamir edebilmelidir. Sadece uzmanlaşma insanı kendi bireysel ve kültürel zenginliklerinden uzaklaştırmıştır. Bu yüzden profesyonel oyuncularla değil, sıradan vatandaşlarla çalıştık. Çekimlerden önce, sinema oyunculuğu üzerine haftalarca çalıştık. Bu kurslarda insanların kamera karşısında rahatlamaları, kendi iç dünyalarını keşfedip ortaya çıkarmalarına yönelik temrinler yapıldı; daha sonra rollerine çalıştırıldı. Rol alamayanlar dekor, kostüm, prodüksiyon, teknisyenlik vesaire departmanlarda çalıştı. Ortaya imece usulü bir film çıktı. Sonuçta yönetmeni, senaristi, yapımcısı, oyuncuları ve sponsorlarıyla bir bölge toplandı ve kendi filmini yaptı.İstedik ki ‘Dondurmam Gaymak’; küçük esnafın, küçük kasabanın, ‘küçük’ insanların ‘büyük’ filmi olsun.”

Tür: KomediYapım
Yılı: 2006 Türkiye
Süre: 100 dakika
Yönetmen: Yüksel Aksu
Oyuncular:Turan Özdemir,Muğla Halkı
Senaryo: Yüksel Aksu
Müzik: BaBa ZuLaGörüntü
Yönetmen: Eyüp Boz

Hayatımın Kadınısın

Yapım yılı: 2006
Süre: 0 dk.
Türü: Dram, Romantik
Yönetmen: Uğur Yücel
Görüntü yönetmeni: Jürgen Jürges
Senarist: Uğur Yücel

Oyuncular:

Türkan Şoray

Uğur Yücel

Yıldırım Memişoğlu

Ezgi Mola

Kadir Kandemir

Setta Tanrıöğen

Selim Erdoğan

Kadim Yaşar

Binnur Kaya

Savaş Akova

Şinasi Yurtsever

Ülke: Türkiye

konu:Asuman Karaca (Türkan Şoray) 1980’li yıllarda radyo ve gazino dünyasında ünlenmiş eski bir şarkıcıdır. Hüzünlü sesinden çok dillere destan güzelliğiyle o dönemin erkeklerini kendine hayran bırakmıştır. Sahneleri bıraktıktan sonra evlendiği kocasıyla birlikte Balat’ta iki katlı eski bir evde sıradan bir hayat yaşamaktadır. Evlendikten bir süre sonra Asuman kocasının alkol ve kumar alışkanlığıyla tanışmış, yıllar içinde artık kocasının geceleri evin dışında sürdürdüğü gece hayatına da göz yummaya başlamıştır. İlk eşiyle olan evliliğinden doğan kızı Ahu genç kızlığının daha başlarında evi terketmiş, erkek arkadaşıyla birlikte bir otel odasında yaşamakta, kaset çıkarıp ünlü bir şarkıcı olma hayalleri kurmakta, annesiyle de ancak gerekli olduğunda görüşmektedir. Asuman sürüp gitmekte olan bu yaşantısından mutlu değildir. Ancak bir gün Tophaneli Tayfur’un (Uğur Yücel) üst katlarına kiracı olarak yerleşmesiyle Asuman’ın hayatı tamamen değişecek, renklenecektir. Tophaneli sayesinde Asuman’ın kızıyla olan ilişkisi gelişecek, hayatında gerçekten nelerin önemli olduğunu anlayacak, geçmişinde kalmış mutlu anıların canlanmasıyla yaşama sımsıkı sarılacaktır. Tayfur Asuman’ın ve kızının hayatındaki tüm pislikleri temizleyecek, onları mutlu ve huzurlu bir hayata doğru yola çıkaracaktır. “HAYATIMIN KADINISIN” Asuman ve Tayfur’un önüne geçilemez, büyük aşk hikayelerinin filmidir

Unutulmayanlar

Yönetmen: Ayhan Sonyürek

Oyuncular:

Göksel Arsoy

Altan Erkekli

Nevra Serezli

Haldun Dormen

Cezmi Baskın

Konu:

Eski Yeşilçam yönetmeni Aziz, aşkı Leyla’nın seks filminde oynamasıyla yıkılıp İstanbul’u terk etmiştir.30 yıl sonra varını yoğunu satıp koltuğunun altındaki senaryoyu filme çekmek üzere İstanbul’a döner. İstanbul’a gelir gelmez Aziz’in ilk işi “eski dostları” bulmak olur. Yaşlı ekip elemanları bu fikirle birlikte heyecanlanırlar ama hiçbiri Aziz’in bıraktığı yerde, bıraktığı gibi değildir. Köprünün altından çok sular akmıştır. Hemen hepsi sinemadan uzaklaşmış, başka işler yapmaktadır. Aziz’in kararlı tavrı, yaşlı ekibi filmi çekebileceklerine inandırır. Arkadaşları Aziz’in bu senaryoyu zamanında Leyla için yazdığını bilirler, onu oynatmayı önerirler. Aziz şiddetle reddeder. Arkadaşlary anlar ki; yaralar hala tazedir, Aziz Leyla’yı içinden söküp atamamıştır. Aziz ve Leyla yıllar sonra yüzleşecektir.

Sınav

Türkiye’nin yarısını oluşturan genç nüfusun yaşamlarını çarpıcı bir dille beyazperdeye taşıyacak olan üçlemenin ilk filmi olan Sınav için geri sayım başladı…Türkiye’nin ilk kült gençlik filmi olacak olan Sınav’ın yönetmenliğini Vizontele ve G.O.R.A. gibi gişe filmleri rekortmeni Ömer Faruk Sorak üstleniyor… Fida Film ve Böcek Yapım’ın ortaklığında çekimlerine 12 Haziran 2006’da İstanbul’da başlanacak olan bu ilk , Sınav hikayesinin merkezine gençlerin tam anlamıyla korkulu rüyası haline gelen ÖSS’yi yerleştiriyor…Sınav aile baskısı, gelecek kaygısı, sınav depresyonu ve bir yandan süregelen yoğun okul temposuyla birlikte öncelikle ortaöğretim başarı puanlarını yükseltmek için okuldaki yazılı sorularını ele geçirmekle başlayıp, sonrasında işi ÖSS Soru Bankası Soygununa kadar götürmeyi planlayan Mert, Sinan, Gamze, Kaan ve Uluç’un heyecan dolu hikayesini konu alıyor. Film Türkiye’nin bir türlü çözüme kavuşamayan eğitim sistemi ve sınav problemini oldukça komik, eğlenceli ve aksiyonu yüksek bir dille anlatıyor…Öykü ve Senaryosunu Yiğit Güralp’in yazdığı Sınav’da filmin genç yüzleri İsmail Hacıoğlu, Yağmur Atacan, Rüya Önal, Caner Özyurtlu, Volkan Demirok’a; Hümeyra, Altan Erkekli, Güven Kıraç, Zafer Algöz, Ayda Aksel, Ali Sürmeli, Tuba Büyüküstün, Kadir Çöpdemir, Muhittin Korkmaz, Ayşenil Şamlıoğlu, Nihal Menzil, Nejat Birecik, Itır Esen, Özge Özder gibi güçlü bir oyuncu kadrosu eşlik ediyor.Filmin oyuncu kadrosundaki diğer bir isimse dünyaca ünlü aktör Jean Claude Van Damme. Van Damme özellikle 80’li ve 90’lı yıllarda oynadığı “Kickboxer”, “Double Impact”, “Universal Soldier”, “Street Fighter”, “Maximum Risk”, “Legionnaire” ve “Double Team” gibi birçok kült aksiyon filmiyle geniş bir kitlenin büyük bir hayranlıkla izlediği bir isim. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de tüm sinema salonlarında gösterime giren teaserıyla da dikkatleri üzerine çeken yönetmen Ömer Faruk Sorak, genç senarist Yiğit Güralp’in yazdığı Sınav’ın kurgu, zeka ve anlatım yönünden Türk Sineması’nda senaryo anlamında bir ilk olduğunun altını çizerken aynı şekilde ortaya çıkacak filminde gerek oyuncu kadrosu, gerek atmosferi, gerek görüntüleri, gerekse Ozan Çolakoğlu ve Türkiye’de özellikle genç kuşağın büyük ilgi gösterdiği önemli sürpriz isimlerin müzikleriyle izleyiciye alışageldikleri kalıpların dışında bir film vaat ettiğini şimdiden müjdeliyor.

Eve Dönüş

Gösterim Tarihi20 Ekim 2006 Türkiye’nin yarısını oluşturan genç nüfusun yaşamlarını çarpıcı bir dille beyazperdeye taşıyacak olan üçlemenin ilk filmi olan SINAV’da filmin genç yüzleri İsmail Hacıoğlu, Yağmur Atacan, Rüya Önal, Caner Özyurtlu, Volkan Demirok’a; Hümeyra, Altan Erkekli, Güven Kıraç, Zafer Algöz, Ayda Aksel, Ali Sürmeli, Tuba Büyüküstün, Kadir Çöpdemir, Muhittin Korkmaz, Ayşenil Şamlıoğlu, Nihal Menzil, Nejat Birecik, Itır Esen, Özge Özder gibi güçlü bir oyuncu kadrosu eşlik ediyor. Filmin oyuncu kadrosundaki diğer bir isimse dünyaca ünlü aktör Jean Claude Van Damme. Van Damme özellikle 80’li ve 90’lı yıllarda oynadığı “Kickboxer”, “Double Impact”, “Universal Soldier”, “Street Fighter”, “Maximum Risk”, “Legionnaire” ve “Double Team” gibi birçok kült aksiyon filmiyle geniş bir kitlenin büyük bir hayranlıkla izlediği bir isim. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de tüm sinema salonlarında gösterime giren teaserıyla da dikkatleri üzerine çeken yönetmen Ömer Faruk Sorak , genç senarist Yiğit Güralp’in yazdığı SINAV ’ın kurgu, zeka ve anlatım yönünden Türk Sineması’nda senaryo anlamında bir ilk olduğunun altını çizerken aynı şekilde ortaya çıkacak filminde gerek oyuncu kadrosu, gerek atmosferi, gerek görüntüleri, gerekse Ozan Çolakoğlu ve Türkiye’de özellikle genç kuşağın büyük ilgi gösterdiği önemli sürpriz isimlerin müzikleriyle izleyiciye alışageldikleri kalıpların dışında bir film vaat ettiğini şimdiden müjdeliyor. SINAV Temmuz sonunda tamamlanacak çekimlerinin ardından Ekim 2006’da izleyiciyle buluşacak

Oyuncular

İsmail Hacıoğlu

Yağmur Atacan

Rüya Önal

Caner Özyurtlu

Rüya Önal

Hümeyra

Altan Erkekli

Güven Kıraç(Rafet 69)

Zafer Algöz

Ayda Aksel

Ali Sürmeli

Tuba Büyüküstün

Kadir Çöpdemir

Muhittin Korkmaz

Ayşenil Şamlıoğlu

Nihal Menzil

Nejat Birecik

Itır Esen

Özge Özder (Candan Hoca)
Jean Claude Van Damme
Yönetmen:ÖmerFaruk Sorak
Senaryo:Yigit Güralp
Yapımcı :Murat Akdilek
Türü:Komedi / Aksiyon

Eve Dönüş

Bir ihtilalin kara bulutları; adresi bile olmayan küçük mahallelerde hayatın kıyısına inatla tutunarak; ödünç bir neşe ve veresiye bir sevdayla paylarına düşen kadar mutluluğu çorbalarına katık edip yaşayan, kaderi silik insanların üzerine yağmaya başlarsa; artık o insanların “EVE DÖNÜŞ” ihtimalleri bile sadece bir umuttur… LİMON YAPIM adına Hayri ASLAN’ ın yapımcılığını üstlendiği “EVE DÖNÜŞ” ; bir ihtilalin gölgesinde sadece yaşamsal varlıklarını devam ettirebilmek adına hayat mücadelesi veren fakir bir işçi ailesinin, traji-komik olduğu kadar duygulu ve yaralı hikayesini beyaz perdeye taşıyan muhteşem bir dönem filmi… Senaryo üzerinde yaklaşık 9 yıldır çalışan Ömer Uğur, “EVE DÖNÜŞ” ün yönetmen koltuğunda da yine kendisi oturuyor. 12 Eylül 1980 ihtilaline; İstanbul’un kenar mahallelerinde yaşayan, siyasetten ve gündemden hayli uzak duran sıradan insanların penceresinden bakmayı tercih eden Ömer Uğur; içinde aşkın, mizahın, acının, duygunun ve eve dönebilme ihtimalinin olduğu bir gerçek yaşam hikayesi sunuyor. Güçlü oyuncu kadrosuyla dikkat çeken “EVE DÖNÜŞ”; Mehmet Ali Alabora, Sibel Kekilli, Savaş Dinçel, Atlan Erkekli gibi başarılı oyuncuları da bir araya getiriyor. Çekimleri 15 gün boyunca İstanbul’da gerçekleştirilecek olan “EVE DÖNÜŞ” ; 12 Eylül 2006’da vizyona girerek izleyicisiyle buluşacak.

Oyuncular

Mehmet Ali Alabora (Mustafa)

Sibel Kekilli (Esma)

Savaş Dinçel

Altan Erkekli

Savaş Dinçel

Perihan Savaş

Yönetmen:Ömer Uğur
Senaryo:Ömer Uğur
Yapımcı:Hayri Arslan
Görüntü Yönetmeni:Mustafa Kuşçu
Müzik:Tamer Çıray
Türü:Dram

Hokkabaz

İskender (Cem Yılmaz) hokkabazdır. Yani aslında sihirbazdır. Ama onun ve çocukluk arkadaşı Maradona’nın (Tuna Orhan) dışında herkes onun hokkabaz olduğunu düşünmektedir. İstanbul’dan hızla kaçmak zorunda kalan ikili, turne programına Sait’i de (Mazhar Alanson) dahil ederek, büyük risk alırlar. Baba Sait, İskender’i takdir etmeyi uzun yıllar evvel bırakmıştır. Turne üçlüyü kaynaştırırken, aynı zamanda görkemli bir dağılmaya sebep olur.

Oyuncular

Cem Yılmaz (İskender)

Mazhar Alanson

Özlem Tekin

Tuna Orhan(Maradona)
Özlem Tekin
Ayça Abana
Bahtiyar Engin
Caner Alkaya
Gürgen Öz
Bahri Beyat
İpek Bilgin

Yönetmen:Ali Taner Baltaci,Cem Yilmaz
Senaryo :Cem Yılmaz
Yapımcı:Necati Akpınar
Müzik:Attila Özdemiroglu
Sanat Yönetmeni:Yasar Kartoglu
Türü :Komedi,Drama
Yapım Yılı:2006

Vizyondakiler

  • Hokkabaz
  • Eve Dönüş
  • Sınav
  • Unutulmayanlar
  • Hayatımın Kadınısın
  • Dondurmam Gaymak
  • Kader
  • Takva
  • İlk Aşk
  • İklimler

Sesli Sinemanın Doğuşu

1927'ye kadar filmler bütünüyle sessizdi. Konuşmalar filmin akışına kısa aralıklarla kesintiye uğratan yazılarla veriliyor, film piyano, keman yada bir pikaptan çalınan müzik eşliğinde gösteriliyordu. Yaklaşık 6.000 kişi alan bazı büyük sinema salonlarında belli bir film için özel olarak bestelenmiş müzik parçasını çalan 40 kişilik büyük orkestralar bulunuyordu. Film seslendirme çalışmaları ise 1906'dan beri sürüyordu. İlk sesli film 1927'de çekilen, şarkıcı Al Jolson'un oynadığı Caz Şarkıcısı'dır. Sesli sinemanın ortaya çıkışıyla birlikte izleyici sayısında büyük bir artış oldu. ABD'de sinema sanayisi kısa sürede sesli sinema teknolojisine geçti. Yapımcılar stüdyolarını elektronik ses kayıt aygıtlarıyla donattılar, sinema salonlarına büyük hoporlörler yerleştirildi. 1930'lardan başlayarak tüm filmler sesli olarak çekilmeye başlandı. Sanatçıların kendi sesini kullanması bazı zorluklar getirdi. Bazı oyuncular ezberlemekte güçlük çekiyor, ABD'li olmayan oyuncular İngilizce'yi aksanla konuşuyor yada sesle görüntü arasında uyum sağlamadığı oluyordu. Bu nedenlerden ötürü sinemada bu dönem de ağırlık olarak tiyatro oyuncuları yer alıyordu.Japonya'da filmlerdeki konuşmalar benşi adı verilen anlatıcılarla iletilirdi. Bazı anlatıcılar öylesine başarılıydı ki, adları oyuncularla birlikte yazılırdı. 1940'lara kadar sürdürülen anlatıcı geleneği Japonya'da sesli sinemaya geçişi geciktiren başlıca nedenlerden biri oldu.Sesli sinemanın ilk yıllarında yönetmenlerin çoğu konuşmalara gereğinden çok ağırlık vererek, görüntüyü ikinci plana attılar. Oysa ses ve konuşmaların asıl işlevi görsel anlatımın etkisini artırmaktı. Ses öğesini görsel anlatımın tamamlayıcı ve güçlendirici bir parçası olarak kullanmayı başaran ilk yönetmen Fransız Rene Clair oldu. Clair'in Milyon adlı filmi bu uygulamanın en yetkin örneklerinden biriydi. Sesli sinema oyunculuk alanında önemli değişikliklere yol açtı. Sessiz sinemanın abartılı el kol hareketlerine dayanan üslubu tümüyle anlamını yitirdi. Sesin görüntüye uyguluğu, oyunculukta doğallık ve yalınlık önem kazandı. Sonuçta sesli sinema kendi yıldızlarını yarattı. Hollywood filmlerinde rol alan Clark Gable, James Cagney daha önce Alman sinemasında adını duyuran Marlene Dietrich, çocuk oyuncu Shirley Temple ve sinema tarihinin efsane kadını İsveçli Greta Garba gibi yıldızlar ün kazandı. Aynı dönemde çocukların severek okuduğu ve izlediği Miki Fare'nin yaratıcısı Walt Disney ilk sesli çizgi filmlerini gerçekleştirdi. Dönemin önde gelen yönetmenleri John Ford, Howard Hawks, Frank Capra, George Cukar ve Orson Welles özgün usluplarıyla sinema sanatına önemli katkılarda bulundular. 1930'larda İngiltere'nin yetiştirdiği önemli yönetmenler Anthony Asguith ve gerilim filmlerinin babası sayılan Alfred Hitchcook'tu. 1933'te Alexander Karda ünlü aktör Charles Laughton'un oynadığı Kadınlar Celladı filmiyle tarihsel konulu film geleneğini başlattı.Fransa'da sesli sinema Rene Clair, Jean Vigo ve Jean Renoir'ın filmleriyle doruğa ulaştı. Vigo, Hal ve Gidiş Sıfır ve I'Atalante gibi şiirsel üslubu ağır basan filmler yaptı. Gerçekçiliği ve güçlü anlatımıyla dikkati çeken Jean Renoir'ın 1937'de tamamladığı Büyük Aldanış savaş karşıtı bir filmdi. Bundan başka Hayvanlaşan İnsan ve Oyunun Kuralı gibi önemli yapıtları da vardır. Almanya'da sinemacılar 1930'ların başlarında bazı güzel filmler çektiler. Ne var ki, Naziler'in yönetime gelmesi birçok sinemacının çalışma olanağını yok etti.1930'ların aynı zamanda renkli sinemaya geçiş dönemi oldu. Üç temel renk kullanımına dayanan ve technicalar adıyla bilinen renklendirme yöntemi ilk kez Walt Disney'in Üç Küçük Domuz adlı çizgi filminde kullanıldı. Disney'in ilk uzun metrajlı renkli filmi 1937'de tamamladığı Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'dir.

Sinema Sanayinin Gelişimi

gösterileri, pikap ve yükselteç kullanılarak müzik eşliğinde yapılmaya başlandı. Bu yenilikler izleyicilerin sesli görüntüye daha çok ilgi duyduğunu ortaya koydu. Aynı dönemde ABD'li sinemacı Edwin S. Porter'ın öncülüğünde, bir öyküsü olan "konuşmalı" uzun filmler yapılmaya başlandı. Porter'ın Büyük Tren Soygunu adlı filmi soygun, kovalama ve silahlı çatışma sahneleriyle dolu, tipik bir western'di. Porter bu filminde çeşitli çekim teknikleri kullandı. Bazen kamerayı hareket ettirerek bazen de uzak ve uzun yada yakın ve kısa çekimlerle gerçek bir canlılık ve hareketlilik sağlamayı başardı. Öyle ki, filmin bir sahnesinde kameraya doğru ateş eden kovboyun görüntüsü salonda büyük bir korku yarattı.Konuşmalı filmlerde ses, görüntüyle eşlenen bir plağın üzerine kaydediliyordu. Her ülke için başka dilde yeni bir plak yapmak ve sesi görüntüye yeniden eşlemek gerektiğinden bu filmlerin maliyeti oldukça yüksekti. Bununla birlikte izleyicinin konuşmalı filmlere gösterdiği olağanüstü ilgi, yapımcıları bu alana çekmeye yetti. Yaklaşık 1912'ye kadar 6-10 dakika süren, tek makaralık kısa filmler çekilir, izleyici komedi türündeki bu filmlerden 6-7 tanesini peş peşe izlerdi. Sonraki yıllarda birkaç makaralık uzun filmler yapılmaya başlandı. İtalyan yönetmen Luigi Maggi, Pompei'nin Son Günleri adlı filmiyle Eski Roma'nın görkemli görüntüsünü ekrana getirdi. Bir başka İtalyan yönetmenin Enrico Guazzoni'nin çektiği Quo Vadisi? Adlı konulu, uzun filmi dünyada büyük bir hayranlık yarattı. Bu filmin hemen ardından ABD'li yapımcılar sinema izleyicisinin seveceği türden roman ve öyküleri art arda filme çekmeye, filmlerini daha yüksek fiyatlarla göstermeye başladılar. Bu filmler yaklaşık 90 dakika sürüyordu. Sinemadaki bu hızlı gelişme daha büyük ve daha rahat gösteri salonları gerektirdi. Avrupa'da ve ABD'de halk arasında "düş sarayları" adı verilen lüks ve gösterişli sinema salonları yapıldı.I.Dünya Savaşı'ndan önceki dönemde Fransa ve İtalya olmak üzere Avrupa ülkeleri sinema alanında oldukça ileriydi. Korku, cinayet ve komedi filmleri ilk kez gene de bu ülkelerde çekildi. Oyuncularda fiziksele özelliklerin yanı sıra oyunculuk gücüde aranmaya başlandı. Aynı yıllarda efsanevi kişilikleriyle milyonlarca insanın hayranlığını kazanan sinema yıldızları doğdu. Ne var ki, I . Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte Avrupa sineması neredeyse çöküntüye uğradı, çünkü filmin ana maddesi olan selüloit barut yapımında kullanılmaktaydı. Oysa, aynı dönemde ABD sineması önemli gelişmelere sahne oldu. Bir Milletin Doğuşu ve Hoşgörüsüzlük gibi filmlerle adını duyuran ABD'li yönetmen David Griffith sinemada klasik anlatım üslubunun öncüsü sayılır. Yeni film tekniklerini sağduyuyla kullanan Griffith, sinemayı salt bir eğlence aracı olmaktan çıkarıp izleyiciyi aynı zamanda düşünmeye de yönelten, çok yönlü bir anlatım aracına dönüştürdü. O yıllarda ABD'de sinema alanında büyük bir patlama yaşandı, uzun ve yüksek maliyetli filmler art arda çekilmeye başlandı. Yalın ve doğal oyunculuğuyla uluslar arası ün kazanan Mary Pickford, 1928'de imzaladığı yaklaşık 1 milyon dolarlık anlaşmayla "star" tipinin yaratıcısı Charlie Chaplin gibi unutulmaz sinema sanatçıları doğdu.I. Dünya savaşı sonrasında sinemada en önemli gelişme Almanya'da gerçekleşti. 1919-33 arasında Alman sineması altın çağını yaşadı. Zengin dekorlu ve kostümlü tarihsel filmlerin yanı sıra Ernst Lubitsch (1892-1947), Robert Wiene (1881-1938), Fritz Lang (1890-1976) ve Friedrich W. Murnau'nun (1889-1931) öncülüğünde "Alman Dışavurumculuğu" olarak bilinen bir akım başladı. Bu yönetmenler karakter oyuncusu yaratmayı başardıktan başka, ışık ve dekor kullanımındaki ustalıklarıyla da, dünya sinemasını önemli ölçüde etkilediler. Robert Wiene'nin yönetmiş olduğu Doktor Caligar'nin Odası ve Fritz Lang'ın bilimkurgun öncüsü Metropolis'i yapıldıkları tarihten bu yana sinema sanatını etkilemiş yapıtlardır.Aynı dönemde bir başka önemli gelişmede, SSCB'de dünyanın ilk sinema okulu olan Devlet Sinema Enstitüsü'nün 1919'da kurulmasıdır. 1917 Ekim Devrimi'nden önce Rusya'da film sanayisi yoktu. 100'den fazla dilin konuşulduğu ve halkın büyük çoğunluğunun okuryazar olmadığı SSCB'de 1920'lerde 160 milyon insan yaşıyordu. Ülkenin yeni yöneticileri, sinemayı bu büyük ülkede insanları ortak bir amaç doğrultusunda bir araya getirecek bir araç olarak görüyorlardı. Bu nedenle sinemaya büyük bir öncülük tanıdılar. Teknik araçların yetersizliğine karşın çok sayıda nitelikli film yapıldı. Griffith'le birlikte çağdaş sinemanın öncüsü sayılan Sergei Eisenstein'ın Potemkin Zırhlısı (1925) bunların en güzellerinden biridir. Bir Yunan trajedisi gibi gelişen bu film etkileyici çekimleri ve kurgusuyla izleyicinin soluğunu keser. Dönemin önde gelen yönetmenlerinden Vsevolod İ. Pudovkin'in bir Maksim Gorki uyarlaması olan Ana (1926) filmi sessiz sinemanın başyapıtlarındandır.Dünya Savaşı'ndan sonra 1920-27 arası Fransa'da ilgi çekici filmler yapıldı. Dönemin önde gelen yönetmenlerinden Rene Clair İtalyan Hasır Şapka adlı komedi filmiyle adını duyurdu. 1920'lerde sinema ABD'nin en büyük sanayi dallarından biri durumuna geldi. Metro- Goldwyn- Mayer, Paramount, United Artists gibi dev film şirketleri o dönemde kuruldu. Yumuşak iklimiyle açık hava çekimlerine uygun olan Los Angeles kentinde Hollywood, ABD sinema sanayisinin merkezi durumuna geldi. Her çeşit filmin yapıldığı bu dönemde gag türünde kavgalı dövüşlü komediler başta geliyordu. Charlie Chaplin, Buster Keaton, Stan Laurel ve Oliver Hardy 1920'lerde parladı. Bu yıllarda yarısı 20 yaşın altında olan 40 milyon ABD'li düzenli olarak her hafta sinemaya gidiyordu. Sinema tarihine adı geçen filmlerden Cecil B. De Mille'in yönettiği On Emir, Douglas Fairbanks'in her ikisinde de başrolü oynadığı Robin Hood (1922) ve Bağdat Hırsızı bu dönemde yapıldı.İngiltere'de sessiz sinemanın önde gelen yönetmeni John Grierson, 1929'da sinema tarihinin ilk uzun belgesel filmi olan Balıkçı Tekneleri'ni çekti.

Sinema tarihi

Sinema sanatının 20. yüzyılda gelişmiş, kendinden önce yaygınlık kazanmış bulunan resim, heykel, müzik, mimarlık gibi çeşitli sanat dallarına dayalı, büyük teknik beceri gerektiren karmaşık bir sanattır. İzleyici karartılmış bir salonda perdeye yansıyan kendi somut gerçekliğiyle etkiler.Saydam bir film şeridi üzerindeki görüntüler ışığın yardımıyla bir perdenin üzerine art arda düşürüldüğünde, gözümüz bu görüntüleri hareket ediyormuş gibi algılar. Bunun nedeni beynin, gözün ağtabakası üzerine düşen görüntüyü, görüntü yok olduktan sonra kısa bir süre daha saklamasıdır. Ağtabakadaki yansıma gerçekten göründüğü süreden daha uzun bir süre algılandığından, bir cismin görüntüsü kaybolmadan öbür cismin görüntüsü ağtabakaya düşerse, film karakterlerinden göze yansıyan her görüntü birbirinin devamı olarak, yani hareket ediyormuş gibi görünür. Bu beynin yarattığı görsel bir hareket yanılsamasıdır. Sinema, bir olayı yada öyküyü bu yöntemle anlatmaya dayanan görsel bir sanat dalıdır. Görüntülerin kaydedildiği film şeridi saydam bir madde olan selüloitten yapılmıştır. Görüntüler filmin üzerine sinema kamerasıyla kaydedilir. Gösterim sırasında bunlar projeksiyon makinesiyle hareketli görüntüler biçiminde perdenin üzerine yansıtılır. Filmi çekilecek cisimden yansıyan ışık kameranın merceğinden geçerek, filmin ışığa duyarlı yüzeyindeki kimyasal maddeleri değişikliğe uğratır ve görüntü oluşturur. Hazırlanan film labaratuvarda çeşitli işlemlerden geçirildikten sonra gösterime hazır duruma gelir. Bir film makarasına sarılarak projeksiyon makinesine takılır. Makara belirli bir hızla dönerken, projeksiyon makinesinden çıkan ışık filmi aydınlatarak, hareketli görüntüler biçiminde perdenin üzerine yansıtır.Selüloit sağlam ve esnek bir madde olduğu için makaralara ve makinelere kolaylıkla sarılıp takılabilir. Çekim sonrasında birleştirme aşamasında istenmeyen görüntüler kesilip çıkarılarak, kalan bölümler özel bir tutkalla yada yapıştırıcı saydam bir bantla birleştirilebilir. Aynı zamanda ışığa son derece duyarlı olduğundan üzerindeki görüntüler net bir biçimde ve istendiği kadar büyütülebilir.Sinemada, 7,5-300 metre uzunluğunda, 70,35, 16ve 8 mm eninde film şeritleri kullanılır. Film şeridinin kenarlarında düzgün aralıklarla sıralanmış delikler vardır. Bu delikler film şeridinin kamera makarasına yada projeksiyon makinesinin dişlilerine sağlam bir biçimde sarılmasını, kaymadan dönmesini ve görüntülerin eşit aralıklarla yansımasını sağlar. Hareketli görüntüler elde etmek için gösterim sırasında filmin belirli ve değişmez bir hızla ilerlemesi gerekir. 35 milimetrelik profesyonel filmler her görüntü karesi için dört delik, 16 milimetrelik ve amatör filmler bir delik ilerler. Sesli filmlerde ekrandan saniyede 24, sessiz filmlerde 16 görüntü karesi geçer. Sessiz filmler bugünkü gelişmiş aygıtlarla gösterildiğinde figürlerin çok hızlı hareket etmeleri bu yüzdendir.Film çekme aygıtı olan kamera, fotoğraf makinesi ile aynı ilkelere dayanarak çalışır. Ama fotoğraf makinesinden en önemli farkı görüntüleri belli zaman aralıklarıyla ve son derece hızlı bir biçimde film şeridinin üzerine kaydetmesidir. Kullanılan film şeridine göre sinema kameralarının başlıca 70 milimetrelik, 35 milimetrelik, 16 milimetrelik ve 8 milimetrelik türleri vardır. 70 milimetrelik kameralar büyük ve görkemli görüntüler elde etmek için, 16 milimetrelik hafif kameralar bazı özel çekimlerde ve belgesel filmlerde, 8 milimetrelik kameralar amatörlerce kullanılır. Sinema filmleri genellikle 35 milimetrelik kameralarla çekilir.Lumiere Kardeşler'in hem alıcı, hem de gösterici olan sinematograf'ından bu yana kameralar önemli değişiklikler geçirdi. Gösterici ve alıcı birbirinden ayrıldı, boyutları küçüldü ve daha kullanışlı duruma getirildi. Elle çalışan kameraların yerine motorla çalışan kameralar aldı. Motor gürültüsünü önleyen bir sistem eklenerek görüntüyle birlikte sesi de kaydeden sesli kameralar geliştirildi. Bugün kullanılan 35 milimetrelik kamera hareketli görüntüler için saniyede 24 kare çeker. Bu hız artırılarak yada azaltılarak hareketin hızlı yada yavaş olması sağlanır. Gösterim sırasında projeksiyon makinesinin obtüratürü film karelerinin arasında kapanır ve ışığı keser. Ama bu o kadar hızlı bir biçimde olur ki, gözümüz hareketlerin aslında kesintili olduğunu ayırt edemez.

Sinema nedir?

Bir ışık kaynağından çıkan ışınları, üzerinde resimler bulunan bir film şeridinden geçirecek, gerçekte olduğu gibi hareketli görüntüler meydana getirme işi ve bu şekilde meydana gelmiş olan görüntü.Bir projeksiyon makinesi özelliğinde olan sinema makinesinde, film üzerinde bulunan resimler, saniyede en az on oniki, ortalama olarak onaltı defa değiştirmek suretiyle, bu hareketi görüntülerin meydana gelmesini sağlamış olur.Bu hareketli görüntü, gözün aldanmasından meydana gelen bir görüntüdür. Saniyede ortalama olarak, aynı ekran üzerinde 16 defa değişen ve hareketlerinin birer devamı özelliğinde olmak kaydı ile çekilmiş filimler, sinema makinesinden geçerek, sahnede bulunan bir perde üzerine aksettiklerinde, ayrı ayrı olan bu resimlerin ayrılığı, göz tarafından fark edilmez: böylece, perdede, gerçekte olduğu gibi hareket eden görüntüler meydana gelmiş olur.Lumiere kardeşler, ilk defa, hareket halinde film çeken makineyi yapmışlar ve 1896 yılında bu buluşlarını, ilk defa olarak halka göstermişlerdir. İlkel bir sinema görüntüsü veren bu buluştan sonra, sinema, bir hayli gelişmeler kazanmış: 1903 yılında, ilk defa konusu olan bir film yapılmış, bundan sonra olan gelişmelerle, bu görüntülere ses verilmiş, renkli olan görüntüler elde edilmiş ve bugünkü evrimleşmiş sinemaya ulaşılmıştır.Bugün sinema, en önemli bir dinleme, bilgiyi ve görgüyü arttırma, çeşitli konuları olan olayları, gerçekteki gibi, istenildiğinde görebilme imkanlarını sağlayan resim, müzik, tiyatro gibi güzel sanat kollarının hepsini birden kapsayan önemli buluşlardan biridir.
herhangi bir hareketi düzenli aralıklarla parçalara bölerek bunların resimlerini belirleme ve sonra bunları gösterici yardımıyla karanlık bir yerde, bir perde üzerinde yansıtarak hareketi yeniden oluşturma işidir.Film göstermeye yarayan özel bir makineyle görüntülerin beyaz perdeye yansıtıldığı salon veya yapıya da sinema denir. İlk film cihazına büyülü fener (lanterne magique) denmişti.5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'ndaki Madde 5'e göre sinema:tespit edildiği materyale bakılmaksızın, elektronik veya mekanik veya benzeri araçlarla gösterilebilen, sesli veya sessiz, birbiriyle ilişkili hareketli görüntüler dizisidir.Sinema, Yedinci sanat olarak kabul edilir.Tarihte çekilen ilk Türk filmi, 14 Kasım 1914 tarihli, "Ayastefanos'daki Rus Abidesinin Yıkılışı" olarak kabul edilse de, ırksal değil, sosyolojik ve tarihsel bir bakışla Selanik'te Manakis kardeşlerin gerçekleştirdiği filmleri (ki bu filmler Angelopoulos'un Ulysse'nin Bakışı filmine de konu olmuştur) bu kategoride değerlendirmek bilimsel açıdan daha doğru olacaktır.